Fotojournalizm mi? Foto-muhabir mi?


Fotoğraf ile 7 yıldır ilgilenmekteyim. 7 yıldır fotoğraf çekmeye çalışmaktayım. (Yaklaşık 1 yıldır makinem bozuk olduğundan dolayı profesyonel çekim yapmamaktayım, ufak kaçamaklar hariç tabi) Fotoğraf çekmeye karar kıldığım günü daha dün günü hatırlıyorum. Lise yıllarında almış olduğum ilk zenit fotoğraf makinesi ile çekmiş olduğum fotoğrafları, dağ bayır demeden, çiçek, börtü, böcekleri çektiğim günleri, ilk analog makinemle çekimden sonra rulo filmi banyo/yıkamaya verdiğim zamanı ve ertesi sabah nasıl çıkacak acaba fotoğraflar diye kendime sorduğum o zamanlarda ertesi sabah sonuçları aldığımda ise hüsranla sonuçlandığını görüyordum. ''Sanırsam bu işi yapamayacağı'' kelimesini ilk yıllarımda kendime söylemiştim. Ama asla bırakmayı düşünmemiştim. Yada bırakacak bir etken olduğunu görmüyordum. Bazı bir takım engeller engel olarak teşkil etsede...

Fotoğraf sanatı ile ilgilendiğim şu zaman diliminde epeycede yol aldım sanırım ( zaman kavramı olarak) bu zaman içerisiden kendimi ''fotomuhabir'' olarak tanımlamıştım. Bir kelimenin, kelime darağacıma girerek, yıllardır kendimi tanımladığım kelimeyi ise asmak üzere;  ''fotojournalizm'' ( photojournalist//foto-muhabiri) kelimesi ile tanışana kadar. Bu kelime ile tanışmam yaklaşık 1 ay kadar oldu. Kelime ile bu kadar geç tanışmam ''fotoğraf adına ülkemizde ne olup ne bitiyor'' sorusuna cevap bulacağım bir yeterli kaynağın olmadığından mı kaynaklıydı, yoksa benim bu kaynağı bulamadığım yada yaratamadığımdan mı oluşmuştu? Kişiden kişiye göre değişecek olan bu cevap benim için 2 şıkta geçerli olacatı. Türkiye'de fotoğraf sanatı adına birşeyler yapmaya çalışan ve benim ve arkadaşlarımın takip ettiği ''fotoğraf dergisi'' dışında herhangi bir kaynağın olduğu düşünmemekteyim. 7 yıldır takip ettiğim ve bu süreç içerisinde birkaç sayı hariçinde kaçırmamıştım. Amacım burada dergiye yönelik bir sitem değil, zaten şuan ki halime gelmemin en büyük katkı sahiplerinden biride ''fotoğraf dergisi'' dir.  

Kelimenin zenginlik kazandığı zaman diliminde bazı fotoğraf sanatçılarının hayatları anlatılırken, ''sanatçı uzun zaman fotojournalist olarak çalıştı'', ''uzun zaman fotojournalizm üzerine eğitim aldı'', ''x tarihinde fotojournalist olarak gazetecile başladı''. vs. vs.vs.  diye tanımlamaların arasında yer almaya başladı bile.

Yılların kelimesi olan  foto muhabirliği sanırsam bizlere ''ara güler''den başka kimse daha iyi anlatamazdı yada onun fotoğraflarını ve fotoğraf yaşamını örnek almıyorum diyen foto-muhabir yoktur sanırsam. Dilde gerçekleşen bu yozlaşma, fotoğraf sanatınında kıyılarında su dalgalarıyla gelmeye başladı. Bu dalgalarının ilerleyen zamanda  birer tsunami etkisi yaratıp yaratmayacağını anlayamayız elbette ama anlamaya çalışmamız gereken bazı şeyleri ise görmezden gelmemiz gerekli,  fotoğraf terimi dilimizde mevcut iken, var olan kelimeyi kullanmak yerine neden bu terimi kullanmayı tercih eder olduk?

Kurtarma fiyaskosunun ardındakiler



Arap Ülkelerinde Tunus ile başlayan Mısır'da görünen ve Libya'da güncelliğini gösteren ''hayaleti'' 160 yıl önce Marx ve Engels kitaplarında bahşetmişti. ''Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor'' diyen Marx ve Engels avrupada olup bitenleri kendince yıllar önce yazıp çizmişlerdi.
Tunus-Mısır-Libya-Bahreyn-Yemen-Ürdün ve diğer ülkeler...  Arap Yarım Adasında  o hayalet dolaşmaya başladı!

Libya'da ki gelişmelerin ardından orada yaşamlarını sürdürmekte olan ve ''masur'' kaln 25bin türk vatandaşını Türkiye'ye nasıl getireceğini düşünüldüğü zamanlarda kalkan uçakların, demir toparlayan gemilerin sayıları Türk medyasının haber bülten listelerinde baş sıralarda yer almaya başladı...

Masur kalan 25 bin Türk vatandaşının kurtarılma operasyonu görüntülerine yer ayıran medya, kurtarma operasyonu ardında neler olup bittiğini göstermez iken her ülkede kendince geliştirdiği ''sansür politikaları'' uygulamaktalar. ingiltere ''masur'' kalan 140 vatandaşını hala kurtaramadı(!)

Libya'da rejimin yıkılıp el değiştireceği şu günlerde olup bitenleri tam göremesekte,  kaddafi cephesinden gelen açıklalarda anlaşıalcağı gibi ülkenin tekrardan eski haline alması imkansız gibi görünüyor, Libya'da kaçılınmaz bir halk devrimi kapıyı tıklatırken ev sahibinin o kapıyı açmamakla birlikte ''hanaye tecavüz'' bahanesine sığınarak, protestocuları bastırmaya çalışmakta....

Kurtarma operasyonlarına elbetteki lafımız olamaz ama lafımızın olmaması eleştiremiyeceğimizi yada sorgulayamıyacağımız anlamında gelmez. Sivas'ta 1993 yılında gerçekleşen katliamı hatırlarsınız sanırım...

18 yıl önce sivas'ta gerçekleşen bu olayın detayına inmeyeceğiz fakat akıllara takılan birkaç soruyuda görmezden gelemeyiz ama olup bitenleride görmezden gelemeyiz elbette. Otelin öninde toparlanan ve içeridekilerin dışarı çıkmasına izin vermeyen dışarıda galyana gelmeye hali hazır halde bekleyen binlerce kişi dururken otel önünde konuşma gerçekleştiren dönemin önde gelen kişileri birer kıvılcım yakarak oradakileri ateşe sürükleyerek otelin ateşe verilmesinini tetiklemişlerdi.

Saatlerce süren yangını içeride ''masur''  kalanları ise sivas'ın yanı başında bulunan ''kayseri hava indirme tuyagı''ndan gelecek olan askerler ile kurtarılması mümkün iken o tugaydan askerlerin gelmemesi otelin önünde bekleyen askerlerin ise, kurtarılma namına hiçbirşeye el sürmemesi o zamanlarda dikkat çekmişti(!)

Şimdilerde Libya'dan gelen 14 bini aşkın kişiyi kurtardık diyen hükümet yetkilileri, 1993 yılında iktidarda yoktular ama onların ''donör''leri  iktidarda yer almıştı. Tansu Çiller'in ''Çok şükür ki otelin çevresinde ki vatandaşlarımıza birşey olmamıştır'' diye açıklamada bulunması olayın ne kadar da vahim olduğunu göstermişti.

Hükümet, Türkiye'nin en büyük kurtarma operasyonlna imza attık derken, o imzayı atanların bundan 18 yıl önce iktidar ''donör''leri niye atamamıştı?  Kurtaramama operasyonunuda görmezden gelerek üzerine sünger çekildiği şu zaman diliminde bazı şeyleri hatırlamakta hala fayda var...


Kadraja sığmayanların türküsü



Tunus ile başlayan isyan dalgalarının esintileri şuan Libya'dan esmekte. Tunus ve Mısır'da iktidarı deviren halktan cesaret alarak Kaddafi dikta rejimine karşı ayaklanmış durumda. Domino etkisi göstererek peşi sıra tüm Arap ülkelerine uğrayacağı görünen isyan dalgalarında duracak gibi görünmüyor. Arap ülkelerinin yöneticileri olayların kendi ülkelerine gelmemesi için halktan gelen seslere kulak ardı da etmiyor artık.
Bahren'de  siyasi tutuklular serbest bırakıldı fakat bununla yetinmeyen muhalefet daha fazlası için şuan sokaklarda...

Mısır ve Tunus ekonomik bakımdan bir biri ile ''ruh ikizi'' olarak görünmekteler. Mısır ve Tunus'ta halkın büyük bir çoğunluğu günde 3doların altında çalışmaktalar. Yılların birikimi ola öfkelerini bu yıl kusan Arap halkı teker teker sokaklara çıkarak devrim yapıyorlar. ''Araplar Devrimide Elleriyle Yaptılar'' Gerçekleşen bu isyan hareketlerini incelerken Libya bunların arasından sıyrılmakta nedeni ise: Libya'nın ekonomik durumu ne Tunus ile ölçüşebilir, nede Mısır durumdadır. 42 yıllık Kaddafi rejimine ve onun dayatmalıklarına dayanamayan Libya halkı da sokaklara dökülmüş durumdadır.

1969 yılından beri Libya'da iktidarda olan Kaddafi'nin ise: ''Mısır ve Tunus'da ki gibi iktidar koltuğunu bırakmayacağını ve kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarını'' söylemişti. Oğul Kaddafi'nin yapmış olduğu açıklama ise: ''son kurşunlarına kadar savaşacaklarını'' söylemişti. Paralı askerlerine güvenerek söylenen bu söz, ''son kurşun kalana dek'' ise son kurşunlarını iktidarın devrilmesi ardından kendi topraklarında ölmeyi tercih ederek kafalarına sıkacaklar sanırsam.

Libya'da gerçekleşen olayların detayına indiğimiz zaman, Kaddafi'nin geçmiş dönemlerde gerçekleşen katliamları, kendi halkı üzerine uygulaması akıllarda soru işareti bıraktı(?) Halkın üzerine uçak savarlar ile saldırıda bulunması 1937-8 yılları arasında ''Dersim İsyanında''  halkın üzerine bomba atması, Bosna iç savaşında halkın üzerine keskin nişancılar ile ateş açılmasını Libya'da şuan gerçekleştiriliyor. Ölü sayısı hakkında ise kesin bir bilgi verilmez iken. Burjuva medya olup bitenleri göstermek yerine mansur kalan Türk vatandaşlarını nasıl kurtardıklarını, nasıl kurtacaklarına dair olan planları göstermekterilmekte. 

Dilimizin döndüğünce Arap ülkelerinde olup bitenleri sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz...

Kadraja sığmayanların türküsü

 




 





Fotoğraflar totallycoolpix adreslerinde alınmıştır.  ''KADRAJA SIĞMAYANLARIN TÜRKÜSÜ''  adlı albüm süreki güncel tutulacaktır...

SOKAK FOTOĞRAFÇILARI

Kadraj dışında neler oluyor

Tunus ile başlıyan halk ayaklanmalarının ardı arkası kesilmiyor. Dünya liderleride gerçekleşen olaylara karşı kayıtsız kalmıyarak açıklmalarını esirgememekteler.

Aynada bile kendine bakmaktan aciz olan Dünya Liderleri, olayların kendi ülkelerinede sıçramasına karşı endişeli bekleyişleri sürüyor. Son olarak Mısır'da Mübarek iktidarının devrilmesinin ardından Tüm Kıtada ayaklanmalar baş gösterdi.

Bu ayaklanmaları ''sokak sokak fotoğraflayarak'' bizlere ulaştıran, gene Dünya'ca ünlü haber ajansları muhabirleri  ''AFP'' - ''AP '' gibi ajanslardan dünya kamuoyuna düşen görüntlere bakarken ''kadraj'' içindeki görünteri görebilmekteyiz.

Peki ''kadraj'' dışında neler olup bitiyordu? Foto-muhabirleri ve kameramanların  da şayit olduğu o anları bizlere bire bir görüntüleri aktarabilmekten için canları pahasına anı dondurarak çekmiş oldukları fotoğrafları ajanslara düşürüyorlar. Ajanslara düşen o görüntülerinin ardından herkes kendince düşünerek olup bitenleri yorumladılar. Kimilerine göre bu bir ''DEVRİM'' ayaklanmalarının sesleriydi. Kimilerine göre ''REFORM'' sesleriydi. Domina taşı etkisi gösteren bu olayların peşi sırası kesilmiyor. Halk ayaklanmalarını ağır bir şekilde bastıran iktidar yönetimi yıllardır sürdürmüş oldukları dikta rejimlerine hala devam ediyorlar. Fakat unuttukları birşey varki oda: ''cin lambadan çıktı bir kere geri dönüş yok artık''

Yıllardır ülkelerinde yoksul halde, yaşamak zorunda bırakılan bir halkın öfkesi iktidarı devirmek için yeterlidir sanırsam. Bu öfke çevre ülkeleri de emsal olarak sıçrayarak oraları da etkilemektedir. Fakat bunları incelerken olayların detaylarına inmekte gerekir. Bir ülkede devrim olabilmesi için; gerçekleşen halk ayaklanmaların siyasal bir gücün önderlik etmesi, yani devrimci bir gücün ayaklanmayı halk ile kuçaklıyarak götürmesi gereklidir. (Bkz: Lenin devrim önerileri) Mısır’da en son gerçekleşen olaylarda iktidarın yıkılmasında devrimci bir güç yoktu, hatta ayaklanmaların ilk zamanlarında kontrolsüz bir şekilde hakeret etmekteydi. Ne yazık ki kontrolsüz güç, güç değildir sözü doğruluğunu göstermişti. Olayların ardından Müslüman kardeşler destek verdiğini açıklamıştı.
Tüm bu yaşananlar birer devrim niteliği taşıyabilir yada reform hakeretlerinin sesleri de olabilir, belki de bu olaylar III.Dünya Savaşının habercisi yada başlangıcını oluşturabilecek niteliklere de sahip olabilir…
Olanları meraklı gözlerle kadraja bakarak yorumlarken, kadraj dışına çıkarak birazda cesaretimizi toparlayarak olup bitenlerin birer devriminin domino taşı etkisi göstererek ülkeleri etkileyebileceği yada çıkan olaylar tam tersi yönden de ilerleyebilir. Kıtalar arası bir savaş bile çıkabilir. Ama şuda bir gerçek ki iktidarın devrilmeside sonuç itibari ile ''Devrim'' niteliği taşır...

Kadın Fotoğrafçılar/ Julia Margaret Cameron

Kadın fotoğrafçılar yazı dizimizde bu sefer ''portre'' ustası olan; 'julia margaret cameron' hayatını ele alacağız.

Sanatçının kendisine
ait olan bir portre
fotoğrafı...
Julia Margaret Cameron (1815 11 Haziran- 1879 26 Ocak ), yaşadığı dönemin en önemli ''portre'' fotoğrafçısı olarak bilinir. Sanatının yıllarını ''portre'' fotoğrafı çekti. Hindistan asıllı olan fotoğrafçı ailseinin ingiltereye taşınmasının ardından kendisine hediye edilen bir fotoğraf makinesi ile fotoğraf çekmeye başlamıştı. Kendi evini bir fotoğraf stüdyosu haline getirerek çekimlerinde kolaylık olmasını sağlamıştı. Sanatçı döneminde yaşamış bir çok ünlünün ''portre'' fotoğrafı çekerek tarihin tozlu raflarında yer edinmesi ve bizlere ulaşmasını sağlamıştır. Bu ünlüler arasında kimler yoktu ki: '' John Herschel '' ünlü astronom, '' Charles Darwin '' bilim insanı ve aynı zamanda evrim teorisyeni gibi birçok ünlünün yüzünü tarihin ilerleyen sayfalarında yer edinmesinde katkıda sağlamıştı. Sanatçı fotoğrafları dışında yazılarıylada entektüel bilgi ve birikimini paylaşmıştır.  Victorya Dönemi İngiltere'sini çok iyi anlatan aktif kişiler arasında yer edinmiştir.

Charles Darwin
Günümüz portre fotoğrafının mihenk taşı sayılabilecek olan fotoğrafçı yaşadığı dönem içerisinde bu işi parasal dürtüler karşılığında yapmamış tamamen bu işi sevdiğinden ötürü yaparak parasal bir beklenti içerisinde bulunmamıştır. Günümüz portre fotoğrafçılığı içinse aynı şeyi söylemek sanırsam mümkün değildir. Sanatçının kendine has olarak kullandığı ve ''Soft Focus'' tekniği ile fotoğraflarını çekerek günümüz portre fotoğraçılığından bulunan ve fotoğrafın her bir köşesinin net çıkması gibi bir kaygıya zamanında girmediğinden ötürü çokca eleştirmiştir. ''Soft Focus'' netlik bozulması yada çektiği neslelerin net çıkmaması yani optikal kusurları görmezden gelerek kendi görselliklerini fotoğraflarına aktarmıştır.

Sanatçının çekmiş olduğu fotoğraflar döneminin fotoğraf sanatçıları tarafından epeyce eleştirelerce karşılanmıştı. Fotoğraflarından odakların olmadığı, yıkıma sırasında parmak izlerinin çıktığı, ışıkların yetersiz olduğu gibi fotoğraftaki, fotoğrafçıdan kaynaklanan teknik kusurlar ile bahane edilmişti. Belkide sanatçının çekmiş olduğu portre fotoğraflarınca dönemin fotoğrafçıları tarafından  imrenilecek bir kişi olduğundan kaynaklı bu tür eleştirelere maruz bırakılmıştı. Fakat sanatçı bu eleştireleri duymazdan gelerek sanatına çekmiş olduğu fotoğraflar ile devam etti. Cameron fotoğraflarda, 'ruhsal izlenimleri' aramış ve bu aradıklarınıda kendince fotoğraflarına aktarmıştı.


Fotoğraf sanatına 40'lı yaşlarda başlayan sanatçının  Idylls of the King (Kralın İdilleri)  adlı kitabı ve Türkçe'yede çevrilmiş olan ''Dünya Çocukları''  adlı bir kitabı bulunmaktadır. Ömrünün geri kalan yıllarını 1875 yılında taşındı Sri Lanka' da geçiren sanatçı yaşamın son yıllarını yoksulluk içinde geçirmiştir.


Kadın fotoğrafçılar / Dorothea Lange


Dorothea Lange (26 Mayıs 1895- 11 Ekim 1965) ABD'li fotoğrafçıyı biraz daha yakından tanımak için; Albert einstein'ın o meşhur dil çıkartığı fotoğrafı hatırlar mısınız? Hatırladınız demi o fotoğrafı, o fotoğraf  'Lange'nin  objektifinden yansımıştı.  Bir kadının gözüyle çekmiş olduğu fotoğrafları bizlerle paylaşmıştı. Sanatçının bir diğer dikkat çeken fotoğrafları ise Göçmen işçilerinin içinde bulunduğu bunalımı kendi subjektif bakışı ile dondurarak,kamunun dikkatini çekmeyi başarmıştı. 'Large' 1929'da ki ''Büyük Bunalımı''n kurbanlarını çekmişti hem belgesel fotoğrafçılık hemde gazete fotoğrafçılığından büyük ölçüde etkilendi.

Photo- Secession Grubu'nun üyelerinden Clarence White'ın yanında yetişti. Yirmi yaşındayken dünyayı dolaşmaya karar verdi. Gittiği yerlerde fotoğraflarını satarak geçindi. San Francisco'ya vardığında parası tükenmişti. Oraya yerleşti ve 1916'da bir portre stüdyosu açtı. Kocasının fotoğraflarını çekmekle başladığı portre fotoğrafı üzerine bir süre yoğunlaşmıştı. Bu zaman dilimin ardından  sanatçı ülkesininde gerçekleşen bunalım yılları içerininde fotoğraflamıştı. Portre fotoğrında kazandığı tecrübeleri bu sefer belge fotoğrafı üzerine gerçekleştirmiştir.
Sanatçı büyük bunalım yıllarında sokak sokak dolaşarak o günleri fotoğraflamıştı. Aslında buna fotoğraflamak denilmez belgesel fotoğrafçılığı niteliği taşımaktaydı. Çekmiş olduğu bu fotoğraflar ile çalışmalarını başka boyut kazandıran sanatçı, O yıl içerisinde toplumun içinde bulunduğu o büyük bunalımı  ''Beyaz Melek Yemek Kuyruğu''  adını verdiği eserle büyük ilgi uyandırdı. yoksul insanların durumuna kamunun dikkatini çekmekle görevlendirildi. Göçmen işçileri konu aldığı ve başlıklarını da onların kendi sözleriyle oluşturduğu Göçmen Anne - Florence Owens Thompson, Nipomo, Kaliforniya (1936) gibi fotoğrafları büyük yankı uyandırdı; devlet bunun üzerine göçmenler için kamplar kurdu.

1960'lı yıllarda Başta Asya ülkeleri olmak üzere Türkiye ve Mısır gibi ülkelere gidip fotoğraf çekimleri yaptı.
Aşağıdaki fotoğraflar sanatçının ''bunalım yıllarında'' çekmiş  olduğu fotoğraflarıdır.


Lange 1939 yılında fotoğraflarının bir kısmının  bulunduğu ''An American Exodus; A Record of Human Erosion '' adlı bir kitap çıkartarak bilgi ve birikimlerini bu kitapta paylaşmıştı. Sanatçı kitabı çıkartıktan 2 yıl sonra bir burs kazanmış fakat bu bursu reddetmişti. Pearl Harbor Baskını gerçekleşmesi nedeniyle bursu kabul etmeyerek savaşın ortasında yer edindi. II.Dünya Savaşı'nı fotoğraflamıştı. Sanatçı bir dönem Life dergisinde de yer edinmişti. Ne yazık ki hayata kansere yenik düşmesi ile son bulmuştu. Savaş Fotoğrafçısı olan ''Catherine Leroy'' da kansere yenik düşerek hayatını kaybetmişti.
Sanatçının ölünün ardından sevdikleri çekmiş olduğu fotoğraflardan oluşan bir web sitesi hazırlamışlardır. '' lange archive '' adlı siteden yada '' dorothea lange collection '' adlı sayfadan ulaşabilirsiniz.

Yılın basın fotoğrafları


 


 



 


Yılın Basın Fotoğraflarına detaylı bilgi Radikal Gazetesi linkinden ulaşabilirsiniz. 


Savaş fotoğrafçıları / Catherine Leroy


Catherine Leroy (1945-7 Temmuz 2006), Fransız savaş fotoğrafçısı ve gazeteci. 1966'da 21 yaşındayken gittiği Saygon'da yıllarca kaldı ve Vietnam Savaşı'nı belgeleyerek 'erkeklerin kıskandığı fotoğrafçı' diye anıldı. Fotoğrafları Life  dergisine defalarca kapak oldu.1972'de, başta Ron Kovic  olmak üzere, savaş karşıtı Vietnamlı gazileri konu aldığı The Last Patrol  adlı filmini çekti.
1970'li yıllar boyunca Somali, Afganistan, Libya, İran, Irak, Lübnan gibi çeşitli ülkelerdeki savaşlarda fotomuhabiri olarak bulundu. Gamma ve Sipa fotoğraf ajanslarında çalıştı. 1976'da, Lübnan Savaş sırasında Beyrut sokaklarında süren çatışmalarda çektiği fotoğraflarla Robert Cap Fotoğraf Ödülünü alan ilk kadın fotoğrafçı oldu. Fotoğrafçı kansere yenik düşürek hayata veda etmiştir.

Erkekleri kıskandırmasının sebebi bir kadın olarak Dünya'nın çeşitli yerlerinde yer edinmesidir. Sanatçı ayrıca fotoğrafçılık yaşamına ödüllerde sığdırmıştır. Vietnam savaşı sırasında çekmiş olduğu fotoğraflar ile dikkat çekmişti ama bundan önce sanatçı Lübnan sokaklarında savaşın izlerine dair durdurduğu kareler ile Robert Cap Fotoğraf Ödülü' nü alan ilk kadın fotoğrafçı olarak adını tarihe yazdırmıştı.
Vietnam'da askerler tarafından bir süre esir alınmıştı, burada çekmiş olduğu fotoğraflarla Life dergisine kapakta olmuştu. Leroy ayrıca Associated Press'e  haber ajansı içinde çalışmıştı. 
Sanatçı ayrıca: ''Ateş Altında: Vietnam`daki Büyük Fotoğrafçılar ve Yazarlar''  adlı bir kitap yazarak bilgi ve deniyimlerini bu aktardı, bu kitabının dışında 1982 Beyrut savaşı sırasında ''Tanrı Ağladı'' kitabı ile Beyrut savaşına fotoğrafları dışında yazıları ilede  Dünya kamuoyunda Beyrut'ta olup bitenler hakkında ışık tutmuştu.


1955 yılında Magnum fotoğrafçısı Inge Bondi ile yapılan bir radyo söyleşisinde kendisine “Fotomuhabiri nedir?” diye sorulduğunda şu yanıtı vermişti: “Foto muhabiri, bir muhabir, bir yorumcu ve bazen bir şairin birleşimidir; bir yer veya olayın ruhunu ve atmosferini kaydetmek için fotoğraf makinesiyle çalışandır.” Şimdilerde ise ''foto-muhabirlik'' ''fotojournalizm'' olarak adlandırılmaktadır (buda dilde ki yozlaşmayı gösteren en büyük kanıtlardan biri olsa gerek).  

1967 Yılında ünlü sanatçı, ''Acı İçindeki Asker''i   Vietnam savaşı sırasında çekerek savaşın acımasızlığını insanlarını yüzüne tokat gibi vurarak göstermişti. Fotoğraf; ''Khe Shan'' yakınlarındaki bir tepede savaş sırasında yaralı düşen bir asker ile ilgilenen denizci bir askerin fotoğrafıdır. ''Acı İçindeki Asker'' savaşın dumanları arkasında havaya yükselirken, arkadaşının ölü bedeni üzerine çökmüştür. Acı içindeki yüzü ile genç bir denizci gösteren bu fotoğraf 3 kareden oluşmaktadır. Bu 3 kare savaşın herşeyi kısa ve öz bir biçimde açıklayıcı niteliğide sahiptir. 3 fotoğrafın ilkinde ölmüş arkadaşının yarasına odaklanarak, bakmaktadır. Denizci arkadaşının yaşabileceği umuduyla kalbini dinlerken sanatçı 2nci fotoğrafı çeker. Denizci arkadaşının yaşayabileceğini umut ederek elindeki bandaj ile yaşadığını inandığı asker arkadaşının kurşun aldığı yere tutmaktadır bu sırada ise 3ncü fotoğraf tarihin tozlu raflarında yer edinecektir. Motorsuz çalışan Leica'na makinesi ile olup bitenleri donduran Leroy  4ncü fotoğrafıda çekmişti fakat bu fotoğraf ateş eden bir askerin fotoğrafı olduğu için tam net çıkmamıştı. Sanatçı o an için gelen ve giden ateşlerde yani mermilerde çok iyi bilinmesi gerektiğini söylemişti. Leroy son olarak körfez savaşı sırasında da yer edinmiş ve körfez savaşında olup bitenleri dünya kamuoyuna tekrardan yansıtmıştı.
 Sanatçıcının Vietnam savaşı sırasında çekmiş olduğu fotoğraflara bakmak isterseniz Catherine  Leroy bağlantısını tıklayınız.

Savaş fotoğrafçıları / Hakan Denker

Hakan Denker (d. 01.04.1962 İstanbul) gazeteci, savaş fotoğrafçısı ve reklam fotoğrafçısıdır. 'Savaş   Çocukları' isimli kitabı hazırladı. 2000 Yılında İsrail-Filistin iç çatışmalarında, Ramallah'ta Filistinli bir gencin, İsrailli askerler tarafından vurulduğu anda çektiği fotoğraf, dünyaca tanınmış haber dergisi Time kapağında yayınlandı. Böylelikle 'Umut ve Kin' konu başlığı altında Time dergisinde çalışmaları yayınlanan 2. Türk gazeteci olmuştur. Bununla birlikte dünyanın çeşitli bölgelerinde yaptığı çalışmalar ve çektiği fotoğraflar ile yüzlerce uluslararası yayın organlarında da fotoğrafları kullanılmıştır. Özellikle yakın tarihte, Irak savaşı öncesi Kuzey Irak bölgesinde Hareer havaalanında, çektiği Amerikan Hava Kuvvetlerine ait askerlerin indirme esnasındaki görüntüleri, yaklaşık 1100 elektronik ve basılı yayında kullanılmıştır. Son dönem iç çatışmalar, afetler ve toplumsal olayları takip ettiği başlıca bölge ve ülkeler arasında Kosova, Afganistan, Lübnan, Kuzey Irak, Irak, Azerbeycan, Makedonya, Arnavutluk, Bulgaristan, Çin, Pakistan, Hindistan, Gürcistan, Ermenistan ve Türkiye Güneydoğu bölgeleri bulunmaktadır. Elektrikliposta isimli haber portalının kurucusu. Reklam ve Halkla İlişkiler dünyasının tanmış isimlerinden Sevilay Kop Denker ile evli olan fotoğraf sanatçısı meslek hayatına reklam-tanıtım fotoğrafları çekerek devam ediyor. Sanatçının kişisel web sayfasına ve çalışmalarına adresinden ulaşabilirsiniz.


 

GÖZ TANIĞI OLMAK

Binlerce yıl önce Anadolu bozkırlarında, tanık olduğu savaşları yazan tarihin ilk savaş muhabiri Knenefos, eseri Anabasis'te yaşadıklarını ifade ederken kelimelerin yetersiz olduğundan şikayet ediyordu. İnsanlık, kendisi kadar eski olan savaş gerçeğini binlerce yıl boyunca kuşaktan kuşağa şiirlerle, ağıtlarla, destanlarla aktardı. Bununlada yetinmedi; desenleri, tabletleri, seramiklere, soğuk mermer kabartmalara işledi. Bütün bunlar savaşların gerçeklerini bilmeyenlere, tanımayanlara aktarmak için yapıldı. Sonraki yüzyılda Rönesansın dahi ressamları kanın, gözyaşının ve vahşetin yorumunu tablolara taşıdılar. Ancak sanatçının yorumlarıyla sınıslı kalan bu yansıtmalar, fotoğraf makinesinin keşfiyle bulundujları dar çerçeveden çıkıp geniş halk kitlelerine ulaştı. Geçtiğimiz yüzyılda yaşanan dünya savaşlarına, katliamlara kameralarıyla tanıklık edenler, bunları insanlığa duyururken bu kez kelimelerin yetersizliğinden şikayet etmiyorlardı. Artık onlar birer ''göz tanığı''ydı...


Anadolu topraklarının binlerce yıl boyunca Dünya'ya kazandırdığı  evrensel değerler her ne kadar son dönemde ucuz politikalarla darbe alsa da,  insanlığı yaşanan acılardan haberdar eden bir ''göz tanığı'' Filistin'de, Afganistan'da yaşanan savaşların korkunç yüzünü objektfileriyle tarihin sayfalarına bıraktı. İntifanın doğurunda özgürlük bayrağı altında vurulan Filistin'li genç, savaşın korkunç izlerini gözbebeklerinde  saklayan Afkan kızı, Hakan Denker'in denklanşörüyle dünya kamuoyunun gözlerine taşındı. 

Bütün mesleklerde olduğu gibi haberciliğin de evrensel etiğinden koparıldığı bir dönemde bir meslektaşı  olarak göz tanığı Hakan Denker'i özverili çalışmalarının ürünü olan bu eseri bizlere kazandırmasından dolayı yürekten kutlarım...  
Hakan Denker'in ''Savaş Çocukları'' kitabının ön sözü yazısı Çoşkun Aral / Savaş Fotoğrafçısı


Savaş fotoğrafçıları / Vedat Yenerer

Vedat Yenerer, Savaş muhabiri, gazeteci ve yazar, belgesel yapımcısı.
1965'de İstanbul'da dünyaya geldi. Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden mezun oldu.

Üniversite eğitimi sırasında Sipa Press ve Cumhuriye Gazetesi'nde çalışmaya başladı. Beş yıl Cumhuriyet Gazetesi'nde çalıştıktan sonra, sırasıyla Show TV, 32.Gün Programı, Star TV, Kanal D  ve Habertürk’te savaş muhabirliği ve aynı zamanda Haber Araştırma Müdürlüğü yaptı. İlk savaş muhabirliği tecrübesi  1989'daki  Romanya'daki iç savaşı sırasında olmuştur. Sonrasında aralarında Irak, Filistin, Lübnan, Kosava, Azerbaycan, Arnavutluk, Afganistan, Çeçenistan, Eritre, Gürcistan, Sudan, Somali, Keşmiş gibi dünyanın çeşitli sıkıntılı bölgelerinde gazeteci ve TV muhabiri olarak görev yaptı. 2002'de Atatürk Kültür Merkezi'nde 17 savaş bölgesinde çektiği yaklaşık 90 fotoğrafını ve malzemelerini 16 gün boyunca sergiledi.

Vedat Yenerer ergenekon operasyonu kapsamında bir süre tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi. Evlerinde bulunan tek atımlık antika tüfek bulunması sebebi ile örgüt üyeliği ile suçlanarak bir süre cezaevinde kalmış sonrasında ise tahliye edilmiştir.

Sanatçının savaş fotoğraflarına dair fotoğraflar çok az olmasının nedeni ise sanırsam ergenekon operasyonu kampsamında adının duyulmasındadır.

Savaş fotoğrafçıları / Kevin Carter



Kevin Carter (13 Eylül 1960-27 Temmuz 1994) Johannesburg, Güney Afrika doğumlu Pulitzer ödüllü fotoğrafçı ve Bang-Bang Kulübü üyesi olan fotoğçıyı sanırsam çok iyi hatırlarsınız. Ona pulitzer fotoğraf ödülü kazandıran bir fotoğraf vardı ki... O fotoğraf onun hayatını komple değiştirmişti, ''zayıflıktan yürüyecek  takati kalmayan çocuğun arkasında tüneyen akbabanın fotoğrafını'' çekmişti. O küçük kız çocuğu Birleşmiş Milletler yardım kampına gitmek için yola koyulmuştu, fakat o kadar aç kalmıştı ki, oraya ulaşmadan kendini yerde bulmuştu...


Sanatçıya, o kare ödül kazandırsada, ödül aldıktan sonra ''o çocuğu kurtabilirmiydim'' sorusunu aklından hiç çıkarmadı, bu fotoğraf  muhteşem ikilemi çok iyi özetleyecek tarzdan olsa gerek... Sanatçı ödülden sonra deprasyona girerek intiharı seçmiştir. Kamyonetinde egzoz vermesi ile ölümü tercih etmiştir. Yanı başında bulunan bir not: ''ölmek üzere olan çocukların peşini bırakmadığı'' yazmaktaydı...
Benzer anları yaşamış olan savaş fotoğrafçısı çoşkun aral'ın sözleri olayı özetliyor:


''O anları yaşamış olan meslektaşım Kevin Carter'in yaşadıklarını anlıyabiliyorum. Savaş ve açlığın tüm  acımasızlığıyla hissedildiği bir bölgede, Sudan'da böylesine vurucu bir anı görüntüleme fırsatı bulan meslektaşımız, zaman durdurduğu bu anda büyük olasılıkla aklında olan tek şey bu fotoğrafı dünya kamuoyunda yaratacığı tepki ve bunun sonucunda Dünya ülkelerinde Sudan'a yönelik yardım girişimlerinde bulunma ihtimali. O anda, fotoğrafı gerekli yerlere ulaştırma güdüsü ve bu nedenlede de bulunduğu yerden bir an önce uzaklaşma istediği sadece o anı yaşayan insanların anlayabileceği bir psikolojidir' demiştir.''


Sanatçıya ödül kazandıran fotoğraf





Bu ânı fotoğrafladıktan sonra akbaba kaçmış, ancak Carter küçük kıza kampa ulaşması için yardım etmemiş, oradan uzaklaşmıştır. Bu yüzden yoğun eleştirilere maruz kalan Carter profesyonel fotoğrafçı olduğunu, yardım görevlisi olmadığını söylerek kendisini savundu. O dönemde, gazeteciler ve fotoğrafçılar, bulaşıcı hastalıklar nedeniyle hasta insanlara dokunmamaları konusunda sıkı biçimde uyarılıyorlardı.''

Fotoğrafçılık kariyerinin büyük bölümünü, son yıllarını yaşayan, Güney Afrika`daki ırkçı Apartheid rejiminde geçirmiştir. Güney Afrika`da yaşanan ırk ayrımcılığını yansıtmayı planlayan, zaman zaman da yaşanan vahşetin paparazzisi olmakla itham edilen Bang-Bang Kulübü`nün öncülerindendir.
27 Temmuz 1994te Johabbesburg'un bir banliyösünde park ettiği kamyonetinin içine egzoz basarak intihar etti. Yanında çevresine yazılmış çok sayıda mektup bulundu.

Savaş fotoğrafçıları / Çoşkun Aral

Coşkun Aral (d. 1 Mayıs 1956, Siirt) uluslararası savaş fotoğrafçısı, gezgin, macera insanı, belgesel yapımcısı. 1974 yılında Basın fotoğrafçılığına başlamıştır. Günaydın ve Gün gazetelerinde çalışmıştır ve kısa sürede kendine has üslubu ile dikkatleri üzerine çekmiştir. Özelikle 1 Mayıs olaylarında çektiği fotoğraflar Sipa Press aracılığı ile tüm dünyada yayımlanmıştır. 1980 den itibaren Times, Newsweek, Paris-Match, Stern, Epoca gibi dergiler adına Polonya’daki ünlü Gdansk görevinde, Lübnan, İrlanda, Çad ve Uzak Doğu’daki savaşlarda fotoğraf çekmiştir. Bu fotoğrafları yurt dışında sergilenmiştir ve uluslar arası fotoğraf albümlerinde yayımlanmıştır.
14 Ekim 1980 günü kaçırılan bir uçakta, ilk kez hava korsanlarıyla röportaj gerçekleştirmiştir. Haberci adlı programı, Dünya Günlüğü alt başlığında ATV kanalında yayımlanmıştır. Daha sonra NTV ve Show TVkanallarında gösterilen yeni bölümlerinin ardından program TRT'de Türkiye Renkleri alt başlığında Türkiye seyahatleri içeriğiyle yayımlanmaya başlamıştır. 2 Şubat 2006 tarihinde Digiturk platformunda, Türkiye'nin ilk bilgi ve belge kanalı sloganıyla 88. banttan yayına giren İZ TV'nin kurucusudur. Yusunflan fotoğraf çekilmiştir. Fotoğraf çekmekteki amacı görsel tanıklık olan Aral, fotoğraf makinesi teknolojini vermiş olduğu en kolayı ama bun karşılık en muhteşem araçtır der. Sipa Press le çalışmaya başlamasıyla birlikte kendisini gerçek bir foto muhabir olarak görmeye ve eksikliklerini görmeye başlar. Aral a göre bu konudaki en önemli noktalardan biride foto muhabirlerin bakış açısı birikimidir.
Washington Post gazetesi Lübnan muhabiri Nora Boustany ise bir anısını şöyle anlatıyor:

 

Televizyon kameraları otelin önünde Anglikan Kilisesi elçisi Terry White'ın otelden çıkmasını bekliyorlardı. Bu sırada silah sesleri duyuldu. Sokakta yaralı insanlar vardı. Fransız Sipa ajansında çalışan Türk foto muhabiri Coşkun Aral ile Visnews muhabiri Lübnanlı Ali Musa, görüntü almayı bırakıp kurtarma çalışmalarına katıldılar. Bu iki gazeteci risk alarak hayat kurtarma cesareti gösterdi. Diğer gazeteciler de sadece ve sadece kendi profesyonel görevlerini yerine getirme cesaretiyle yetindi. Onlar için hayat kurtarmak, görüntü almaktan daha az değerliydi.